Annesi uyandırmaya çalıştıkça yorganı başına çekiyordu Emin. Okula gitmek istemediğini söylüyordu. Her sabah aynı süreci yaşamak annesi Gülşen hanımı çok yoruyordu artık.
- Haydi oğlum, kalk artık! Yine servisi kaçıracaksın.
- Okula gitmek istemiyorum anne!
- Oğlum , olur mu hiç öyle şey. Derslerinden ve arkadaşlarının öğrendiklerinden geri kalırsın.
- Zaten geri kalıyorum anne. Arkadaşlarım okuma yaparken “haşırrrttt” diye sayfaları çevirirken, ben daha yeni başlamış oluyorum. Sonra da ben geri kalınca bana gülüyorlar.
- Olur mu hiç öyle şey oğlum. Ben sana güveniyorum. Sen de istersen arkadaşların gibi sayfaları peş peşe çevirebilirsin.
Okuduğunuz diyaloglar bir yerden tanıdık geliyor mu sizlere? Ya kendi çocuğumuzdan ya da arkadaşlarımızın, komşularımızın serzenişlerinden aşinayız bu tür konuşmalara. Bazen elimizde olmayan sebeplerle karşılaşırız bu durumla. Ters giden bir şeyler vardır ve çocuk çok zorlanıyordur. Bu bir hastalık değil, bir farklılıktır. Her beş kişiden birinde ortaya çıkan bir farklılık. Adına Disleksi denilen, okuma yazma öğrenme güçlüğüdür. Disleksi, beynin bazı bölümlerinin farklı çalışması ile ilgilidir.
Her çocuk bir olmamakla beraber, disleksi bazen deha seviyesine bile ulaşan birçok yeteneği içinde barındırıyor. Disleksinin avantajlarını kısa başlıklar halinde sıralayacak olursak;
-Güçlü sezgiler,
-İşin özünü kavrayabilme,
-Ağacı değil ormanı görebilme (bütüne odaklanma)
-Zengin hayal gücü
-Özgün ve yaratıcı düşünme
-Erken dönemdeki mücadelenin verdiği dayanıklılık
-Problemlere farklı açıdan bakabilme
-Empati kurabilme
-Görselleştirme ve üç boyutlu düşünebilme
-Hikayeleştirme
Görüldüğü gibi dislektik bir bireyin onca yetenekleri var. Ancak bu bireylerde ortaya çıkan sorun nereden kaynaklanıyor olabilir? Dislektiklerin savunuculuğunu yapan Uluslararası Disleksi Birliği(IDA) disleksiyi şöyle tanımlıyor: “Disleksi, nörolojik kaynaklı bir özgül öğrenme güçlüğüdür. Kelimeleri eksiksiz ve/veya akıcı tanıma güçlüğüne, zayıf okuma ve çözümleme becerileri eşlik eder. Bu zorluklar genellikle dilde fonolojik bileşendeki bir eksiklikten kaynaklanmaktadır. Okuduğunu anlayamama, indirgenmiş bir okuma deneyimi, sözcük dağarcığının ve geri plandaki bilginin gelişimine ket vurabilir.” Bu tanımlama da dislektik bireylerin öğrenmedeki güçlükleri üzerine yoğunlaşmış. Elbette ki disleksi okuma güçlüğünün olduğu bir durum. Ama kesinlikle bir hastalık olarak tanımlamamak gerekiyor. Her farklı durumun yarattığı dezavantaja karşılık, olumlu bir avantajı da yakaladığımız zaman, madalyonun görünmeyen yüzünü açığa çıkarmış oluruz.
Daniel Britton, disleksiklerin OKURKEN NASIL ZORLANDIĞINI ANLATMAYA ÇALIŞAN bir çalışmaya imza atmış. Kendisi de disleksi olan Britton, Londra Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde hazırladığı projeyle disleksiye dikkat çekmeyi, farkındalık yaratmayı amaçlamış.
Britton, “Disleksik olarak okumanın nasıl bir duygu olduğunu ve yaşadıklarımızı göstermek istedim. Bu nedenle, harflerin matbaadaki baskı yüzlerini neredeyse okunamaz bir hale getirdim. Bu da disleksik olmayanların okuma hızını düşürdü. Bunu ilk kez yaptığımda bile sonuçtan memnundum. Arkadaşlarıma bu çalışmamı gösterdiğimde ‘Ah evet şimdi anladık,’ dediler. Kendimi onlara anlatmaya çalışmakla geçirdiğim onca yıldan sonra bir poster göstermem yetti. İnsanların en nihayetinde bu durumu anlamaları beni çok mutlu etti.”
Britton, arkadaşları için hazırladığı bu posterde “Normalden daha yavaş mı okuyorsunuz?” (Are you reading slower then normal?) diye soruyor.
Disleksi, ilk kez İngiliz Doktor W.P Morgen tarafından 1896 yılında tanımlanmıştır. Morgen’a göre Disleksi “Doğuştan kelime körlüğüdür.” İlk olarak yapılan bu tanımlamadan sonra günümüze kadar birçok disleksi tanımı yapılmıştır. Avrupa Disleksi Derneğine göre disleksi tanımı “Disleksi; okuma,heceleme ve yazma becerilerini edinmede nörolojik kökenli bir farklılıktır.” Disleksi, zeka düzeyi “normal veya normal üstü” olan, ”okuma hızı, okuma kalitesi, okumayı öğrenme hızı, okuduğunu anlama- anlatma becerisi” yaşıtlarına ve zekasına kıyasla; beklenenin altında olan okuma bozukluğunun genel adıdır.
Disleksi, *çocuğun zeka düzeyinin normal olmasına, *hiçbir fiziksel / duygusal bozukluğun bulunmamasına, *normal ve yeterli bir eğitim alıyor olmasına, *sosyokültürel çevrenin uygun olmasına rağmen ortaya çıkar ve her beş kişiden birini etkiler.
Bütün bu bilgiler doğrultusunda şunu söyleyebiliriz ki:
- Disleksi zihinsel bir engel değildir.
- Disleksi bir hastalık değildir. Tıbbi bir tedavisi, ilacı yoktur.
- Disleksi duyu organları ( görme , işitme…), duygusal, davranışsal bozukluklar nedeniyle öğrenememe durumu değildir.
- Disleksi her seferinde üstün zekalı olmak değildir.
- Çoğu dislektiğin olağanüstü yetenekleri olmayabilir.
Disleksinin nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Gelişimin erken bir döneminde beyin fonksiyonlarını engelleyici bir etki yapan herhangi bir sürecin (genetik etkenler, konjenital faktörler, prenetal hasar, prenetal zorluklar, beyin hasarı gibi), öğrenme güçlüklerine neden olabileceği ileri sürülmektedir. Bu nedenle de bazı beyin bölgelerinde bilgi işleme süreçlerinde sorunlar yaşanmaktadır.
Bir çocuğun dislektik olduğunu okul çağından önce tespit etmek pek mümkün değildir. Çünkü aşağıda belirtilen ipuçları bize “disleksi mi acaba?” dedirtebilmektedir. Bunları şöyle bir özetleyecek olursak;
*Okula gitmede isteksizlik
*Kelimeleri, harfleri, sesleri öğrenmede güçlük
*Verilen talimatları takip etmede güçlük
*Kelimeleri harflere veya hecelere ayırmada güçlük
*Kelime ve ses bilgisinde zayıflık
*Okuma veya hecelemede güçlük
*Organize olamama
*Davranış bozuklukları
Yazılı bir metni çözümlemekle (harf ve ses ilişkisini kurarak, kelimeleri doğru olarak okumak) ile ilgili olan disleksi, okuma faaliyetinin doğruluğu ve okumanın akıcılığı yetileri otomatik hale gelmediği zaman kendini gösteren bir durumdur. Dislektik çocuğun okuma güçlüğü belirtileri okuma yazma öğrenimi süreci ile başlar. Bu yüzden çocuk birkaç yıl eğitim alana kadar disleksi tanısı konulamaz. Ancak okuma yazma becerilerinin gelişimi için gerekli olan pek çok temel beceri vardır. Bu becerilerde gözlenen yetersizlikler, risk faktörü taşıyan bireylerin fark edilebilmesi için önemli ipucu niteliği taşımaktadır.
Araştırmalar gösteriyor ki ilkokul 1-2 ve 3. Sınıflarda tanı ve tespiti yapılmış ve özel eğitim müdahalesinde bulunulmuş çocukların % 83’ ü eğitim yaşantılarına sorunsuz olarak devam edebilmektedir.
“Öğretmenlerim aklımın yavaş çalıştığını, asosyal olduğumu ve ölene kadar aptal rüyalarımın peşinde sersemce savrulacağımı söylüyorlardı.” Bugün yaşasaydı büyük ihtimalle disleksi tanısı alacak olan bu çocuk; geç konuşmuş, okumayı zor öğrenmiş, matematik formüllerini ezberlemekte güçlük çekmişti. Bu çocuk gelmiş geçmiş en büyük dâhilerden kabul edilen fizik profesörü Albert Einstein’den başkası değildi. Annesinin emekleriyle Nobel ödülü almaya varan başarılı hayata imza atmıştır. Belki o zamanlarda bilinmiyordu ama dislektik çocukların anne babaları, genellikle mimarlık ve mühendislik gibi üçboyutlu düşünme gerektiren işlerden geliyor.
Pek çok ünlü ismin dislektik olduğunu biliyoruz. Hepsi de okul çağlarında pek çok zorlukla karşılaşmışlar. Onlardaki potansiyeli ortaya çıkaran herkese minnet duyuyoruz, iyi ki ters giden duruma ayna tutup düz çevirebilmişler. Ve yazımı şu güzel fıkra ile sonlandırmak istiyorum.
Temel otobanda giderken radyodan anons yapılmış: “Tüm sürücülerin dikkatine! Şu anda TEM Otoyolunda ters yönde ilerleyen bir araç var.” Temel öfkelenmiş: “Ne biru da, ne biru! Hepsi ters yönde cideyu!
Uzm. Öğretmen AYNUR ÇAKICI
Alıntılar: “Gölgedeki Yıldızlar” Dr. Bahar ERİŞ-Psikolog Sinem GEYİKLER